Allâh’a İmân

Hiçbir şeye benzemeyen, bir mekânda veya bütün mekânlarda olmaktan münezzeh olan ve hiçbir şeye muhtaç olmayan Allâh’a hamd; Peygamberimiz Muhammed’e ﷺ, âline ve ashabına salât ve selâm olsun.

Günümüzde, Ehl-i Sünnet Vel Cemaat’ın inanç esaslarını doğru bir şekilde ele alan ve korunup yayılması için yeterince gayret eden ilim ehli çok azdır. Peygamber Efendimizinﷺ şu Hadîs-i Şerîf-i bugünü işaret etmektedir; “Ümmetimin üzerine öyle bir gün gelecek ki; âlimler azalacak, ilmi iddia edenler ise çok olacaktır.”

Bizler, gücümüz yettiğince bu sütundan Peygamber Efendimizin ﷺ ve Sahabe Efendilerimizin inancını sizlere taşımaya çalışıyoruz. Şüphesiz ki ilmin en faziletlisi ve en önemlisi Akâid (Kelâm) İlmidir. Bu ilim; öncelikle Allâh’a imânı kapsar, yani Allâh’a lâyık olan sıfatları bildirir ve Allâh’ı, noksan (mahlûkların) sıfatlardan tenzih (Allâh’ın bütün noksanlıklardan arınık olduğuna inanmak) etmeyi öğretir. İmâm Mâturîdî ve İmâm Eş’arî’nin kayda aldıkları ve Peygamberimizden ﷺ silsile ile gelen bu ilmin esaslarını paylaşmaya çalışacağız. Bu yazımızda Allâh-u Teâlâ’nın bilinmesi farz-ı ayn (her mükellefin bilmekle sorumlu olduğu) olan sıfatlarını bir kere daha aktarmaya çalışacağız.

Âlimler, Allâh-u Teâlâ’nın bu sıfatlarının, lafız veya mânâ olarak Kur’ân-ı Kerîm veya Hadîs-i Şerîf’lerde çokça zikredilmesinden dolayı, bilinmesinin farz-ı ayn olduğunu haber vermişlerdir. Peygamber Efendimiz ﷺ ise bu ilmi öğretmek için çok gayret sarf etmiştir. İmâm Eş’arî bu sıfatları on üç sıfat olarak bildirmiş, İmâm Mâturîdî ise ilâve olarak “Et-Tekvîn” sıfatını da bildirmiştir. Îmân esaslarını öğreten bu ilimde, mezhepler arasında temelde hiçbir farklılık yoktur, sadece söylem ve ifade etmede farklılıklar mümkündür; bu da inancı zedelemez. Allâh-u Teâlâ’nın bilinmesi farz-ı ayn olan sıfatları şunlardır:

1-El-Vucûd: Allâh vardır, varlığında hiç şüphe yoktur. Allâh’ın varlığı kendi Zâtındandır ve varlığının başlangıcı yoktur. Hiçbir kitap yazarsız, hiçbir bina mimarsız olamayacağı gibi, bu âlem de kendiliğinden var olamaz; yani bir yaratanı vardır, O da Allâh-u Teâlâ’dır. Bu âlem Allâh’ın varlığına delildir. “Vucûd” kelimesi Arapçada “var olan” mânâsındadır. Yazılışı itibari ile Türkçedeki “vücut” kelimesine benzerliğinden dolayı Allâh’ın bir vücudunun, bedeninin, kütlesinin olduğuna inanmak insanın küfrüne (dinden çıkmasına) sebep olur. Çünkü vücut (beden); etten, kemikten vb. yaratılmış olan ve yaratılmışların muhtaç olduğu cisimlerdir. Allâh ise cisim değildir ve hiçbir şeye muhtaç değildir.

2-El-Vahdâniyyeh: Allâh-u Teâlâ; Zâtında, sıfatlarında ve fiillerinde tektir, ortağı yoktur. İbadete lâyık olan sadece Allâh’tır. Âlemin, varlığını tam bir düzen içinde devam ettiriyor olması; güneşin doğup batması; gündüzün geceyi takip etmesi; mü’min veya kâfire rızıklarının ulaşıyor olması, Allâh’ın var olduğuna ve de tek olduğuna delildir.

3-El-Kıdem: Allâh’ın varlığının başlangıcının olmaması demektir. Varlığın başlangıcı, bir zaman mefhumudur. Allâh ise ezelî olup Zâtı ile vardır. Allâh var iken zaman, aydınlık, karanlık, yerler, gökler kısacası hiçbir şey yoktu. Allâh’tan başka her şeyin var oluşunun bir başlangıcı, zamanı vardır. Allâh her şeyi yoktan yaratmıştır. Varlık âlemine giren her şeyin yaratılışları, onların varlıklarının başlangıcıdır. Kîdem (Ezelî)’in zıddı hâdis (yaratılmış) olmaktır. Bu, Allâh için imkânsızdır, çünkü yaratılmış olan âcizdir; âciz olan ise asla İlâh olamaz.

4-El-Bekâ’: Allâh-u Teâlâ’nın varlığının sonunun olmaması, varlığının ebedî olması demektir. Allâh, hem kadîm, hem ezelî, hem de bâkî ve ebedîdir. Varlığı ezelî ve kendi Zâtı ile var olanın, sonunun olması düşünülemez; bu imkânsızdır.

5-El-Kıyâm-u Binnefs: Allâh-u Teâlâ’nın hiçbir şeye ve hiçbir mekâna ihtiyacı olmaksızın Zâtı ile var olması demektir. Allâh’tan başka her şey mahlûktur (yaratılmış) ve bir yaratana muhtaçtır. Allâh ise kendi Zâtı ile var olup, hiçbir şeye muhtaç değildir. Zîra,muhtaç olan İlâh olamaz.

6-El-Kudrah: Allâh-u Teâlâ’nın varlıklar üzerinde İrade ve İlmine uygun olarak te’sîr ve tasarruf etmesi; olması aklen mümkün olan her şeyi yapmaya ve yaratmaya kâdir olması demektir. Allâh’ın Kudret sıfatı, olması aklen mümkün olmayan şeylerle (Allâh’ın bir ortağının olması gibi imkânsız olan şeylerle) alâkalı değildir. Bazıları diyorlar ki: “Her şeye kâdir olan Allâh, kendisi gibi bir ilâh yaratabilir mi?” veya “Allâh şu bardağın içine girebilir mi?” Allâh-u Teâlâ’nın sıfatlarına zıt olan bu ve benzeri sorulara kişi “Evet” dese, Allâh’a eş koşmuş olur, “Hayır” dese, âciz kılmış olur veya “Bilmiyorum” dese, şüpheye düşmüş olur ki, bu üç cevap da kişinin küfrüne sebep olur. Bu sebeple insanlardan gelebilecek bu gibi sorulara: “Allâh için böyle bir yakıştırma imkânsızdır.” deriz. O halde Allâh’ın Kudreti, olması aklen mümkün, yani varlığı da yokluğu da mümkün olan şeylerle alâkalıdır. Örnek olarak; bir insanın veya bir ağacın var olması da yok olması da aklen mümkündür. Günümüzde bazı anne-babalar çocuklarına Allâh’ı anlatıp, sevdirmek için “Allâh baba” diyorlar. Âlimler: “Allâh için baba ifâdesinin kullanılmasının te’vîli (kişiyi küfürden kurtaracak yorumu, mânâsı) yoktur, dolayısıyla Allâh için ifadesini kullanan kişi küfre düşer.” demişlerdir. El-İhlâs sûresinin 4. ayetin meâli şöyledir; “O, doğmamış ve doğurmamıştır.” Ayrıca Hadîs-i Kudsî’de Peygamber Efendimizﷺ meâlen şöyle buyurmuştur; “Allâh şöyle buyurdu: <Âdemoğlu bana sövdü ve dedi ki: Allâh’ın çocuğu var>.” Buradan anlaşılacağı üzere; Allâh’a çocuk edinmeyi isnad etmek, yani babalık isnad etmek kişiyi dinden çıkaran küfürdür. Bu veya başka sebeplerle küfre düşen kişinin, küfründen dönmek niyeti ile Kelime-i Şehâdet’i söyleyip tekrar Müslüman olması gerekmektedir.

7- El-İrâdeh: “Dilemek” demektir. Allâh-u Teâlâ’nın, dilediği şeyi dilediği anda, dilediği gibi yapması (yaratması) demektir. Allâh’ın dilediği şey muhakkak olur, dilemediği ise kesinlikle olmaz. Allâh’ın İrâdesi de diğer sıfatları gibi ezelîdir ve kesinlikle değişmez.

Bazı insanlar diyorlar ki; “Allâh yazdıysa bozsun” veya “Allâh’ım; beni fakirlerden yazdıysan sil, zenginlerden yaz.” Bu sözlerde Allâh’ın İrâdesinin (dileğinin) değişmesi isnadı vardır. Bu nedenle de bu sözleri söyleyenler Müslüman değildir, İslâm i’tikâdına terstir, İslâm dairesinden çıkar. İrâde sıfatının zıddı olan iradesizlik ve “zorunda olmak” Allâh hakkında düşünülemez. Allâh-u Teâlâ âlemleri yoktan var etmiştir ve varlık âlemine giren her şey Allâh’ın mülküdür. Allâh, mülkünde dilediğini yapma kudretinde olandır. Kur’ân-ı Kerîm’de Âl-i İmrân sûresinin 26. âyetinin mânâsı şöyledir; “De ki: Mülkün gerçek maliki olan Allâh’ım! Sen mülkü dilediğine verirsin ve mülkü dilediğinden alırsın. Dilediğini yüceltir, dilediğini de alçaltırsın…”

8-El-İlm: Allâh’ın her şeyi bilmesi demektir. Allâh-u Teâlâ ezelî İlmi ile her şeyi bilir. İlminde artma veya eksilme imkânsızdır (olmaz). Çünkü artma veya eksilme değişkenlik ifade eder; değişkenlik ise mahlûk sıfatıdır. Rabbimiz bunların hepsinden münezzehtir. Allâh-u Teâlâ geçmişte olanı, şu anda olanı, gelecekte olacak olanları, olmayan bir şey eğer olsaydı, onun da nasıl olacağını eksiksiz ve tam olarak bilir.

İnsanların da ilmi vardır. Ancak insanların ilmi kalp iledir ve Allâh’ın yaratmasına tâbidir. İnsanların ilminde artma ve eksilme olur. Allâh’ın İlmi; Zâtındandır (kendindendir), sonradan edinilmiş değildir. Mahlûkâtın ilmine asla benzemez. Kur’ân-ı Kerîm’de El-Ahzâb sûresinin 1. Âyet-i Kerîme’sinin mânâsı şöyledir; “Allâh hakkıyla bilendir.”

9-Es-Semi’: Allâh-u Teâlâ, duyulabilecek her şeyi duyar demektir. Allâh’ın duyması yaratılmışların duyması gibi değildir. Mahlûkâtın duyması kulak iledir ve Allâh’ın yaratmasına tâbidir. Allâh’ın duyması kulak ile değildir, hiçbir organa ihtiyacı olmadan duyar. Yaratılmışların kulakları olmasına rağmen her şeyi duyamaz, yani duymaları sınırlıdır. Allâh’ın duyması Zâtındandır ve hiçbir şey, O’nun duymasına engel olamaz.

10-El-Basar: Allâh-u Teâlâ görülebilecek her şeyi görür demektir. Allâh’ın görmesi yaratılmışların görmesi gibi değildir. Allâh, bir organa ihtiyacı olmaksızın her şeyi görür, O’nun görmesine hiçbir şey engel olamaz.

Eş- Şûrâ sûresinin 11. Âyet-i Kerîme’sinin mânâsı şöyledir; “Allâh hiçbir şeye benzemez; Allâh, işiten ve görendir.” Âyet-i Kerîme’nin Arapça metninde geçen لَيْسَ ‘leyse’ kelimesi daha sonra gelen الْبَصِير السَّمِيعُ ‘Es Semî’ul Basîr’ (işiten ve gören) kelimelerini, Allâh’ı tenzîh ederek anlamamız gerektiğini işaret eder. Yani; Allâh’ın işitmesi ve görmesi mahlûkâtın işitmesine ve görmesine benzemediği gibi Allâh’ın Zâtı ve sıfatları da, yaratılmışların sıfatlarına benzemez.

11-El- Hayât: Allâh’ın hayât ile mevsuf olması demektir. Allâh, ezelî ve ebedî hayat ile vasıflıdır. Allâh hiçbir şeye muhtaç değildir. Allâh’ın hayatı mahlukâtın hayatına benzemez. Dolayısı ile Allâh’ın hayatı; rûh, et, kemik, kan ve ilik ile değildir. Allâh için ölüm, yani yok oluş imkânsızdır.

El-Bakarah sûresinin 255. Âyet-i Kerîme’sinin mânâsı şu şekildedir; “ Hiçbir şeye muhtaç olmayan, ezelî ve ebedî hayat ile mevsûf olan Allâh’tan başka İlâh yoktur.”

12- El-Kelâm: Allâh’ın kelâmı ezelî ve ebedîdir; başlangıcı olmadığı gibi sonu da yoktur. Allâh’ın kelâmı, harf, ses ve Arapça, Türkçe, İngilizce gibi lisanlarla değildir. İnsanların kelâmı harflerden oluşur. Bir harf başlar biter, diğeri başlar biter ve böyle devam eder; yani duraklama ve başlama vardır. Harfler seslerden oluşur. Ses; organların birbirine çarpması, titreşim ve havanın taşınması ile açığa çıkar. Allâh’ın kelâmı böyle değildir. Çünkü Allâh; cisim değildir ve organlardan münezzehtir. Bazıları Mi’râc’ı anlatırken diyorlar ki: “Allâh Peygamberimiz Muhammed’e ﷺ, Ebû Bekir’in sesi ile seslendi”. Bu söz Allâh-u Teâlâ’nın Kelâm’ını mahlûkâtın kelâmına benzetmekten dolayı küfürdür. Bu sözü söyleyen veya bunun olabileceğine i’tikâd eden Müslüman değildir.

13- El-Muħâlefetun Lil Havâdis: Allâh hiçbir şeye benzemez. Allâh hiçbir yaratılmışın sıfatı ile vasfedilmez.

Eş-Şûrâ sûresinin 11. Âyet-i Kerîme’sinin mânâsı şöyledir; “ O’nun benzeri hiçbir şey yoktur.”

İmâm Ebu Hanîfe; “Kim Allâh’ı beşer sıfatlarından bir sıfatla vasıflandırırsa mutlak küfürdedir” demiştir.

O halde bizler Allâh-u Teâlâ’nın, bilinmesi farz-ı ayn olan bu sıfatlarının mânâlarını çok iyi öğrenmeliyiz. Ancak bu şekilde Allâh’ı Zâtına yakışmayan sıfatlardan tenzîh edebilir ve imânımızı muhafaza edebiliriz.

Allâh’ım, bizlere farz olan ilmi öğrenmeyi nasip et ve bizleri Mü’minler olarak vefât ettir.

Yorum yapın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir